Organ Nakli ve Transplantasyon Etiği
Moderatör: Hakan Ertin Yer: BETİM Konferans Salonu Tarih: 16 Mayıs 2016 - 17.00-18.30
İsviçreli cerrah Emil Theodor Kocher’in 1883 yılında tiroid bezini çıkarıp takmasıyla yaptığı operasyon transplantasyon cerrahisinin ilk örneğidir. Yaptığı çalışmalarla 1909 yılında Nobel fizyoloji ve tıp ödülünü kazanan ilk cerrah olmuştur kendisi. Ardından, özellikle 20. Yüzyılın ilk yarısında hayvanlar üzerinde birçok transplantasyon işlemi yapılmıştır. Ancak bu operasyonlar doku reddi sorununu da beraberinde getirmiştir.
Öte yandan, anestezi, asepsi ve antisepsinin bulunuşu cerrahinin gelişimine önemli katkılarda bulunmuştur. Cerrahinin gelişimine paralel olarak fonksiyonu bozulan organların yerine yenisini koyabilir miyiz sorusu cerrahide gündeme gelmiştir. Özellikle immünsüpresiflerin keşfi yani doku reddinin önüne geçilmesiyle birlikte transplantasyon cerrahisi hızla ilerlemiştir. (transplantasyon cerrahisinde karşılaşılan en önemli sorun doku reddi sorunudur, immünsüpresifler bu sorunu önlemeye yöneliktir.)
Dünyada ilk başarılı böbrek nakli 1954 de yapılmıştır. Türkiye’de ise 1968 yılında Kemal Bayazıt tarafından yapılmış ama hasta ölmüştür, 1964 de yapılmış ama doku reddi sorunundan hastanın ölme tehlikesi olduğundan böbrek tekrardan alınmıştır. Yani başarısız bir nakildir. 1975 yılında ise Mehmet Haberal tarafından ilk başarılı böbrek nakli yapılmıştır. 1967 yılında Christian Barnard tarafından ilk kalp nakli yapılmıştır.
Organ Naklindeki Başlıca Sorunlar:
Sorun 1: Alıcı ve verici arasındaki beklenti, minnet sorunu vs.
Sorun 2: Organ transplantasyonu tıp etiğinin zarar vermeme ve özerklik ilkelerinin karşı karşıya geldiği bir süreçtir.
Transplantasyon 2 şekilde yapılmaktadır: Canlıdan ve ölüden (kadavradan) nakil.
Canlıdan alınabilen organlar: böbrek ve karaciğer. Türkiye’de canlıdan organ nakli çok yüksekken ölüden nakil düşüktür. Bu oran Batı’da tam tersidir.
Beyin Ölümü:
Organ naklinde karşılaşılan diğer bir konu ise beyin ölümüdür. Beyin ölümü kavramı ihtiyaca binaen ortaya atılmıştır. 1968 yılında Harvard Tıp Fakültesinde ilk kez ortaya atılmıştır bu kavram. Derin koma, apne testi ve beyin sapı refleksisinden oluşan temel üçlü kriter 80 ülkenin tümünde kullanılmaktadır.
Beyin ölümü gerçekleşip yoğun bakıma kaldırılan hastanın akciğeri ve böbrekleri çeşitli makinalarla çalıştırılır ama burada (yoğun bakımda) bir makinayla çalıştırılamayan tek organ kalp’tir. Yani yoğun bakım ünitesinde beyin ölümü gerçekleşen hasta yoğun balkımdan çıkarıldığında kalbi en fazla 4 gün çalışır (normalde 1-2 gün) ve bu süre sonunda kalbi de duran hasta ölür. Beyin ölümü kararını daha önce 4 kişilik bir heyet verirken şimdi 2 hekim (nöroloji veya beyin-sinir uzmanı diğeri anesteziyoloji ve reanimasyon veya yoğun bakım uzmanı) tarafından oluşan bir heyet karar vermektedir.
1962 yılında Manisa Akhisar'da doğdu.1979'da İstanbul Pertevniyal Lisesi’nden ve 1986 yılında İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi'nden mezun oldu. Mezuniyetin ardından bir süre İstanbul Eminönü Belediyesi tabipliği yaptı. 2003 yılında tıp tarihi ve etik alanında doktorasını tamamlayan Hakan Ertin, 2009 yılında Yardımcı Doçent, 2014 yılında Doçent unvanlarını almıştır. Halen İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı'nda öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Türk Tıp Tarihi Kurumu ve Türkiye Biyoetik Derneği gibi ulusal, The International Society for Cultural History ve de The International Society for History of Medicine gibi uluslarası kuruluşların üyesidir. Tıp ve Fetva, Hayatın Başlangıcı ve Sonu, Health Culture and Human Body isimli editoryal kitapları hazırlamıştır. Evli ve 2 çocuk babasıdır. İngilizce bilmektedir.